1 Ağustos 2011 Pazartesi

Bir iletişim döngüsü “Babil”


Orijinal İsim: Babel
IMDB puanı: 7.6
Yapım: 2011 ~ ABD, Meksika, Fransa
Tür: Dram
Yönetmen: Alejandro González Iñárritu
Senaryo: Alejandro González Iñárritu, Guillermo Arriaga
Görüntü Yönetmeni: Rodrigo Prieto
Müzik: Gustavo Santaolalla
Oyuncular: Brad Pitt (Richard Jones), Cate Blanchett (Susan Jones), Gael Garcia Bernal (Santiago), Rinko Kikuchi (Chieko), Adriana Barraza (Amelia)

1 Oscar ödüllü: En iyi müzik (Gustavo Santoalalla)
6 Oscar ödülü adayı: En iyi film, En iyi yönetmen (Alejandro González Iñárritu), En iyi özgün seneryo (Guillermo Arriaga), En iyi yardımcı kadın oyuncu (Rinko Kikuchi, Adriana Barraza), En iyi kurgu (Douglas Crise, Stephen Mirrione)
Diğer 27 ödül ve 76 adaylık

Bir tüfek düşünün; annesinin intiharını bile sesli olarak anlatamayan doğuştan sağır ve dilsiz Japon bir kızın babasına ait bir tüfek. Bu babanın Fas’ı gezdiren rehbere minnettarlığını anlatmak amacıyla verilen hediye bir tüfek. Artık yaşlı olan bir rehberin işine yaramaz 3 km uzağa ateş edebilen bir tüfek. O da bu durumu paraya çevirmek ister ve satar başka bir Faslıya. Oğullarına koyunlarını yiyen tilkileri vurmasını söyler. Bu iki oğlundan küçük olanı bu konuda gerçekten başarılıdır. İyi nişan alabildiğini abisine kanıtlamak isteyen küçük çocuk tüfeğin 3 km uzağa ateş edebildiğini de göstermek ister ve dağdan geçen Amerikalı turistleri taşıyan otobüse ateş eder. Bu otobüs de bulunan Richard (Brad Pitt) ve Susan (Cate Blanchett) son çocuklarının ölmesinden sonra iki tane çocuğunu Meksikalı bir bakıcıya bırakıp bir Fas gezisine çıkmışlardır. Ne kötü ki tüfek gerçekten 3 km uzağa ateş edebilmektedir.



Bir iletişim döngüsü bu film. Ne kadar iletişimsizliği anlatan bir film olsa da aslında birbirinden uzak 4 farklı ülkenin bambaşka yaşamlara sahip bireylerin hayatlarının bir kaza sonucu kesişmesini anlatır. Birbiri içindeki bir döngüyü anlatan filmlerde hep gördüğümüz gibi bir kader oyunu hakim bu filmde de. Amerika’dan Fas’a, Meksika’dan Japonya’ya kadar uzak mesafelerdeki insanların farklı kültürlerin esiri olduğu farklı hayatları arka planı siyah olan fosforlu bir obje gibi gözümüze çarpıyor. Sosyal anlamdaki iletişimsizliğin bu çağda çok önemli bir sorun haline dönüştüğünü hepimiz biliyoruz. Bu konuda olumlu ve olumsuz birçok yargı var. Teknoloji veya bu tarz şeylerde buna neden olarak gösteriliyor. Böyle bir çağda ağzının ve kulaklarının insanlarla iletişiminde kullanılamaması ve bunun yerine elleriyle bir şeyleri ifade etme çabası beni her zaman etkileyen bir olay olmuştur. Bununla birlikte Fas’da Susan’ın yanında beklerken konuşmadan sadece dua okuyan yaşlı kadın, daha doğmamış çocuklarının ölmesi üzerine “buralardan uzaklaşma” düşüncesiyle ülkesinden çok daha uzağa gitmiş olan çiftin suskunluğu, cinsel farklılıkların dinsel olarak kesin ve keskin bir çizgiyle çizildiği Fas’da kız ve erkek çocukların muhabbetlerinin en yakın olduğu abla kardeş ilişkisinin bu iletişimsizlik sonucu ne hale gelebileceği bütün çıplaklığıyla ortada. Bütün bu sessizliklerle aslında yönetmenin dikkat çekmek istediği konu iletişimsizliktir.


Üç ayrı kıtada beş farklı dille dört farklı konuyu birbirine bağlayan filmin ismi ise İncil’deki Yaradılış Efsanesi olarak adlandırılan “Babil Efsanesi”nden gelmektedir. . Efsaneye göre; Kendisini, her yönden gelişmiş ve ilerlemiş gören insanoğlu göğün en yükseklerine ulaşma, Tanrı'yı görme ve cennete varma arzusu ile birleşerek Babil kulesi olarak adlandırılan göğe doğru yükselen bir yapı inşa etmeye başlarlar. Bu kibirlerinden dolayı öfkelenen Tanrı, bu insanları cezalandırmak için, aynı dili konuşabilme özelliklerini yok eder ve her birine ayrı bir lisan verir. Artık birbirleriyle iletişim sağlayamayan insanlar kule yapımını bırakmak zorunda kalırlar. İnsanların birbiriyle anlaşamamaları zamanla sevgisizlik ve huzursuzluğu da beraberinde getirince dünyanın dört bir tarafına dağılırlar.


Günümüzde ismini bile duymadığımız onlarca dil var. Bir de eski yüzyıllardan kalma diller var. Dil bir kültürün yansımasıdır. Dili olmayan bir milletin kültüründen bahsedemeyiz. Günümüzde bu kadar çok dil varken kültürlerin bu kadar farklı olmasına şaşmamalıyız. Farklı kültürler ve farklı yaşamlar bizi yani insanoğlunu farklılaştırmak üzerine kurulu bir düzen gibidir. Babel'de de aynen buna ışık tutuyor. Fas'a gitmiş bir Amerikalının davranışını görmemek mümkün değil. Otobüsteki Amerikalı turistler Faslıların barbarlığından korkarak Richard'ı beklemeden giderler. Susan için gelen Ambulans yine Faslıların barbarlığından dolayı ülkeye girmeye çekinir. Karısı yaralandıktan sonra yardım isteyen Richard dillerini bilmediği için bir türlü derdini anlatamaz. Yönetmen burada yine kültür, basın ve dil diyor. Bu durumda Fas'ı barbar bir millet yapan aslında onlara barbar diyen Amerika olmuştur. Yine dünya basınında Müslümanlara karşı olan farklı tepkiyi filmde görmek mümkün.

Alejandro Gonzalez Inarritu ve Guillermo Arriaga bu film için bir kez daha bir araya gelmişlerdir. Daha önceden bir araya gelip Amores Perros ve 21 Grams gibi filmleri meydana getirdiğini düşünürsek Babel içinde kötü bir şey bekleme şansımız kalmaz ve beklentimizi yüksek tutarız. Amores Perros'un Meksika ve 21 Grams'ın ABD yapımı olması sonucunda Babel'ın ABD, Meksika ve Fransa yapımı olması yönetmen ve senaristin bu sefer Babil Kulesi gibi daha çeşitli ve daha farklı bir şey ortaya koyduğu ortada. Bu çeşitlilikte yönetmen yine vermek istediği mesajı vermiş; farklılık.


Yönetmen Inarritu'nun ve senarist Arriaga'nın birlikte meydana getirdikleri eserleri olan Amores Perros ve 21 Grams; Babel'ın çekilmesiyle Alejandro Gonzalez Inarritu'nun “Ölüm Üçlemesi”ni oluşturmuştur. İlk olarak Amores Perros 2000 yılında daha sonra 2003 yılında 21 Grams ve son olarak 2006 yılında Babel çekilmiştir. Bu üç filmi de izlemiş biri olarak söylüyorum; eleştirmenlerin tepkisi bu üç filmin ana temasının birkaç grup insanın bir olay sonucu hayatlarının kesişmesinden oluştuğu için olmuştur. Fakat aslında bu bir üçlemedir. Konu olarak kesişen hayatların kullanılması sadece bir ortak yanı bulunmasındandır. Ayrıca bir diğer ortak yan ise izleyicinin ruh hali olsa gerek. Her filmin sonunda yönetmen istediği mesajı verir ve “bak işte böyle” der. Inarritu'nun dramı ve Arriaga'nın filmlerdeki psikolojik olaylara kattığı artılar filmi psikolojik dram yapar. Şimdi bu ağır bir film gibi gözükebilir fakat bu tarz filmleri seviyorsanız bittiğini bile anlamazsınız.  “Psikolojik dram” genellikle bu tabiri filmlerin türü olarak pek duymayız. İşte farklı bir film oluğunun bir kanıtı daha... Ağır yapısıyla etkisinin uzun sürdüğü film türüdür bu. Inarritu ağır bir yönetmendir. Bunu her filminde görebilirsiniz. Bir dans filmi, bir romantik komedi beklemezsiniz ondan. Filmlerinde hep bir suç vardır. Bir hata, bir yanlışlık, bir acı, bir de aşk... Aşkı hep acı içinde kullanır. Belki mutlu bir son belki mutsuz...

Inarritu bir röportajında film hakkında şöyle demiştir;Gerçekte sınırlamalar insanın, kendi iç dünyasında yaşadığı düşüncelerdir. Mutluluğumuzu oluşturan şeyler toplumsal yapıya göre değişkenlik gösterirken, çaresizlik içinde ise hepimiz din, dil, fark etmeksizin aynı duyguları yaşıyoruz. Babil, bizi ayıran değil, bizi birleştiren duygular üzerine bir film oldu.” Ve yönetmen eserini tam anlamıyla tanımlar. Ayrıca yönetmen Babel'ı çocuklarına adayarak filme verdiği önemi de göstermiştir.



Arriaga psikoloji bilgisini kullanmış ve nerde filmin ana temasına dikkat çekeceğini doğru seçmiş, Inarritu her şeyi titizlikle seçmiş ve oynatmıştır. Bu adamın oyuncu seçme konusunda yeteneği olmalı. Bütün filmlerindeki oyuncular filmi film yapıyor. Babel'de de bunu açıkça görüyoruz. Brad Pitt; başarılı yapımların başarılı oyuncusu, Cate Blanchett; Oscar’lı oyuncu, Gael Garcia Bernal artık hepimiz onu tanıyoruz ve bence daha da gelişmeye yatkın bir oyuncu. Bunlar sadece tanıdıklarımız, bir de tanımadıklarımız var; Rinko Kikuchi; sağır ve dilsiz bir kızın hayal dünyası, bakışları çok farklıdır, böyle bir rolü oynamak gerçekten zordur ve bu sayede Chieko rolüyle en iyi yardımcı kadın oyuncu dalıyla Oscar adayı olmuştur. Adriana Barraza; çölde kalan çaresiz Amelia (en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar aday) ve Ahmed ve Yusuf rollerinde oynayan küçük cevherler. Bu oyuncu kadrosuyla böyle bir yetenek ürünü meydana geliyor. Filmde Brad Pitt ve Cate Blanchett gibi oyuncuların az gözükmesi gelecek eleştirileri de azaltmıştır.

Filmin en önemli yanlarından birisi ise “müziğidir”. Film ne kadar en iyi yönetmenden en iyi yardımcı oyuncuya, en iyi filmden en iyi özgün senaryoya kadar birçok dalda Oscar adayı olsa da bunlardan sadece biri kazanabilmiştir; o da en iyi müzik dalında Gustavo Santaolalla'dır. Bir filmdeki duyguyu oluşturan en önemli unsur müziktir. Bir korku filmine dans müziği koyarsak veya bir dans filmine gerilim müziği koyarsak ne kadar absürt bir şey ortaya çıkacağı ortada. Bu yüzden de müzikler bu konuda dikkatli seçilmedir. Eğer bir sanatçı bir filme müzik yapacaksa bunu dikkatli yapmalıdır. Inarritu'nun müzisyeni Gustavo Santoalalla yönetmenin bütün filmlerindeki müziklerin sahibidir. Bu nedenle filmlerin genel olarak duygusu da aynıdır. Gustavo bu konuda gerekeni yapmıştır ve ödülünü de hak etmiştir. Babel'den bir yıl önceki Brokeback Mountain filminde müzik dalında aldığı Oscar’la şuan iki Oscar sahibi bir müzisyendir.


Filmin konusu ise daha öncede söylediğim gibi birkaç grup insanın hayatlarının kesişiminden meydana gelmektedir. Ve filmdeki ana obje tüfektir.
Filmin bir hikayesi Fas da geçmektedir. Dünyadaki Müslüman imajını tamamen yansıtan aile Fas’ın bir köyünde yaşamaktadır. Gelişmişliğin bir parçasını bile göremediğimiz bu köyde aileler arası iletişimden bahsedemeyiz bile. Ailenin babası oğullarına sahip oldukları keçi sürüsünü korumaları için bir tüfek alır. Ahmed ve Yusuf… Tüfek kullanma konusunda daha başarılı olan küçük kardeşi tüfeğin gerçekten 3 km uzağa ateş edebildiğini ölçmek için bir otobüsü hedef alır.


Bu sırada yeni doğmuş çocuklarının ölmesi üzerine bir Fas seyahatine çıkan Amerikalı çift Richard ve Susan bu gezi sırasında ansızın bir kurşuna denk gelirler. Yaralanan Susan’ın için elinden gelen her şeyi yapan Richard son olarak karısını doktorluk görevini üstlenmiş bir veteriner bulanan en yakın köye götürür. Burada ülkesinden yardım beklerken bir yandan da turist otobüsü onları beklemeden gider. Çünkü burası sadece gezerken güzel ve burada fazladan geçirdikleri zaman içinde barbar Fas halkı onlara saldırabilir. Turistlerin gözlerindeki bu korkuyu görebilirsiniz. Ama bir yandan da Susan’ın iyileşmesi için çaba harcayan Fas halkı var.

Richard ve Susan’ın iki tane çocukları vardır; Debbie ve Mike. Anne ve babası geziye çıkan çocuklara Meksikalı bakıcıları Amelia bakmaktadır. Amelia’nın oğlunun düğünü vardır fakat Susan’ın vurulması sonucu çift eve gelemez ve çocuklara Amelia bakmak zorunda kalır. Bunun üzerine çocukları alarak Meksika’ya oğlunun düğününe götürür. Bu sırada annesinden dolayı Meksika’nın tehlikeli bir yer olduğunu düşünen çocuklarda şimdi de dünya ki Meksikalı imajını görüyoruz. Düğün dönüşünde Amelia’nın yeğeni Santiago’nun alkolün etkisiyle ABD-Meksika sınırındaki garip davranışlarından dolayı polis sorun çıkartır. Santiago kaçmaya çalışırken bir anda çölün ortasında Amelia ve çocuklar yalnız kalırlar. 

Hayat bir yandan da Japonya'da devam ediyor. Chieko sağır ve dilsiz bir kızdır. Bu durumla mücadele ederken annesinin intiharı üzerine psikolojik sorunları artmış ve yaşının da getirdiği durumla kendini ifade etme çabası içinde cinselliğini kullanır. Cinselliğini kullanarak karşı cinsle olan iletişiminin güçleneceği düşüncesindedir. Chieko'nun babası ise bir avcıdır. Bu avları sırasında Fas’da kendine rehberlik eden yaşlı bir adama tüfeğini hediye eder.




1 yorum:

  1. Tek kelimeyle...MUH-TE-ŞEM bir yazı.Bu kadar hissiyat,bu kadar ayrıntı,filmden bu kadar anlam çıkarmak...bu gerçekten harika bir yazı.Öyleki bu filmi oturup da bu konulardan yola çıkılarak saatlerce muhabbeti veya tartışması yapılacak çok zevkli bir konu haline getirmişsin.Sinema asıl şimdi zevk verir,sinemadan asıl şimdi zevk alınır.

    YanıtlaSil